GüncelMakaleler

YORUM | Kapitalist Enkaz

"Yardımlaşma adı altında uyguladıkları şey aynı zamanda bu dayanışmaya olan saldırıdır. Bunun panzehiri, yani bizi ve yaşam alanımızı kurtaracak olan şey, dayanışma ve örgütlenmedir. Yalnızlığa ve facialara mahkum değiliz"

İnsanlığın doğayla olan mücadelesinde afetlerle ya da felaketlerle yüzleşmesi kaçınılmazdır.

Binlerce yıldır bununla yaşayan insanlık geldiğimiz yüzyılda bu gerçeklik karşısında hiç olmadığı kadar çaresiz ve kırılgan bir noktadadır. Buna neden olan sebeplerden ilki dünya genelinde nüfusun topraksızlaştırılmış olmasıdır. Geçtiğimiz elli yılda dünyadaki nüfusun yarısından fazlası şehirlerde yaşar hale gelmiştir.

Hızlı bir şekilde proleterleşmiş milyonlarca insan, yine kapitalist bir biçimde tasarlanmış ya da kendi haline bırakılmış yapılanmaları ortaya çıkarmıştır. Dünya genelinde yüz milyonlarca insanın akın ettiği kentler durmaksızın işleyen bir gayrimenkul ve inşa piyasası üzerinde yükselmektedir. Yani sermaye insanların topraksızlaştırma sürecini işletirken, öte yandan da belki ölene kadar kirasını ya da borcunu ödeyecekleri evlerin de inşasını üstlenir.

Ancak kapitalizm bu inşa sürecini sürekli dönüşüme uğramaya mahkum bir biçimde gerçekleştirir. Yani asla birkaç kuşağın yaşayacağı yapılanmalar değildir. Bu evler yıkılabilir, kentsel dönüşüme girebilir, ipotek yoluyla bankanın eline geçebilir, bir proje kapsamında istimlak edilebilir vb. Ancak buradaki konut sorunu asla çözülmez, çünkü kapitalizm konut sorununu asla çözmek istemez. Konu asla bir barınma/konut sorunu şeklinde ele alınmaz. Mesele sürekli genişleyen ve genişlemek de zorunda olan sermayedir. Şehrin merkezindeki ‘virane/çirkin’ mahalleleri yeniden yapılandırır, yeni yapılarla fiyatlar yükselir; eski mahalle sakinleri şehrin daha dışında yine virane mahallelere yerleşir…

Öte yandan sermayenin hareketliliği için, bir işçi asla ev sahibi olmamalıdır, mutlaka kirada ya da yüklü bir borcun altında yaşamalıdır.  Kapitalizm bu yüzden binbir spekülasyonla milyonlarca insanı hem şehirlerde yaşamaya, hem de buralarda evsizliğe mahkum etmektedir.

Ayrıca bu şekilde son elli yılda dünya çapında gerçekleşen inşaat çılgınlığıyla birlikte büyük bir emlak lobisi ortaya çıktı. Gerek yerel, gerekse merkezi yönetimlerde etkisini gösteren, sektörler arası kapitalist bir topluluk. Eski Amerikan başkanı Trump’tan, Gaziantep/Nurdağı belediye başkanına kadar örneklerini bulmak mümkün.

Talan-Yıkım-Yeniden Talan

Günümüzde, ortaya çıkan bir şehir-‘doğa’ ikilemi söz konusu. ‘Doğa’, talan edilmeyi bekleyen, tehlikeli, rastgele ve dışarıda bir yer; oysa ‘doğa’ şehirlere de ev sahipliği yapan ve onu hayatta tutan her şeyi içinde barındıran bir gerçeklik.

Çok değil daha geçenlerde tanık olduğumuz bütün seller, yangınlar, depremler ve hatta pandemi, yaşadığımız şehirlerin doğadan hiç de kopuk olmadığını bizlere gösteriyor. Görünen o ki, kapitalizm, yaşadığımız şehirleri kendi amacına uygun olarak tasarlıyor. Yani bizi felaketler karşısında çaresiz bırakıyor. Yaşam alanlarımızı afetlere ya da insan sağlığını olumsuz etkileyecek durumlara karşı asgari düzeyde organize edip ardından istenmeyen, ne kadar istenmediği de meçhul, bir durum gerçekleştiğinde bunun doğal ve kaçınılmaz olduğundan dem vuruyorlar.

Doğal olduğu doğru, ancak hiçbir doğal afet ilk kez daha dün gerçekleşmedi. Haliyle kaçınılmaz olduğu da doğru, ancak bu şekilde güvencesiz yaşamayı da biz istemedik. Hem suyun başını tutup, hem de susuzluğumuzu kaderimizmiş gibi bize dayatıyorlar. Kapitalist dünyada yaşam sürekli felaketlere gebedir. Yalnızca yerkürenin devinimlerinden kaynaklı ortaya çıkan afetlere değil, çok daha fazlasına ve insanlığın yüzleştiği yepyeni felaketlere gebedir.

2011 Fukuşima, 1986 Çernobil nükleer faciaları; 2010 Meksika körfezi petrol sızıntısı, 1991 Kuveyt petrol yangınları gibi ve daha bir çok korkutucu büyüklükte facia örnekleriyle doludur. Ancak bu devasa örnekler bir yana, kapitalizmin asıl yıkımı her gün gerçekleşen kıyımlarıdır; belki daha dün devrilen işçi servisi, Akdeniz’de batan mülteci gemisi, göçen bir maden ya da işte günümüzün konusu yıkılmayı bekleyen binalar.

Kapitalistler, bu gündemleri teknik yetersizliklerin ya da ihmallerin üzerinde durarak, basitçe kapatmaktadır. Çünkü belki servis şoförünün uykusuzluğu kazaya neden olmuştur ya da zaten mülteciler ne yaptıklarını bile bilmeyen birtakım insanlardır; hatta madenciler mesai peşinde koşarken iş güvenliğini umursamaz olmuşlardır(!)

Kapitalizm, üretim biçimini öyle kategorize eder ve hiyerarşiye sokar ki ortadaki zaten zerre umursamadıkları bütün insani karmaşalar silikleşir ve kaybolur. Depremde yıkılan bir binada sorumlu kimdir? Usta başı mı, müteahhit mi, projeyi onaylayanlar mı, yasa koyucular mı, denetim şirketleri mi, belediye mi, yoksa her şeye rağmen içinde oturanlar mı? Ya da bölgede yaşayan eşcinseller mi?! Peki ya seller; yalnızca takdir-i ilahi midir? Kapitalist üretimin yarattığı bu yabancılaştırma, haliyle toplumsal yaşamın her noktasına sirayet eder. Oysa gördüğümüz gibi faciaları yaratan, daha doğrusu olanları facialara dönüştüren şey kapitalizmin kendisidir.

Söz gelimi, eski bir yapının sürekli bakım ve denetimle güvenli hale getirilmesi uzun vadede daha ekonomik ve rasyonel gözükebilir. Ancak kapitalistler bunu bu şekilde görmezler. İnşa edilmiş bir yapı artık ölü emektir. Kapitalizm yaşayan emeği ölünceye dek sömürmek istediği gibi, ölmüş emeği de ortadan kaldırmak ister. Yani ölülerin dahi kanını emen bir sistemdir. Ölüyü kaldırıp yerine yenisini koyarak ‘yatırım’ gerçekleştirir. Yeterlilik, insani yaşam ya da güvence değil, uzun vadede düşündüğü tek şey kardır.

Kapitalizm kendisini doğadan ayrık görür, doğa onun saldırdığı bir şey ya da bir gerçekliktir. Bu yüzden ona karşı asgari önlemlerle, doğanın kudretli yıkımının önünü açar, daha doğrusu insanları ona kurban eder. Bu noktada kapitalizmin kaybedeceği şey belki o anlık işgücü kaybı ya da yatırım yitimi olabilir. Ancak ardından yapılan hamlelerle tüm kapitalist dönüşüm daha sert biçimde yeniden gerçekleşir. Böylece kapitalizm geliştikçe insanlar felaketlere karşı daha çaresiz bir duruma itilmektedir. Bu yüzden en küçük ölçeğinden, en büyük ölçeğine kadar kapitalizm tümüyle yaşama karşı bir kıyım gerçekleştirmektedir. Bir meslek hastalığından, topyekün küresel ısınmaya kadar; mesul olan kapitalizmdir.

 Yardımlaşma; Günah Çıkarma

Durmaksızın yaşanan facialar karşısında haliyle bir çeşit yardımlaşma ya da arama-kurtarma oluşumları, faaliyetleri de ortaya çıkmıştır. Çünkü günlük olarak gerçekleşen facialar bir yana, kitlesel travmalar yaratan facialar karşısında devletler hamle yapmak zorunda kalırlar. Ancak bu kapitalist devletin yapmak isteyeceği bir şey olmadığından, zaruri bir biçimde ve birtakım medyatik hareketler doğrultusunda gerçekleşmektedir. Yani travmanın şiddeti azaldığı andan itibaren elini ayağını çeken bir kurumsal yapılanma.

Zaten sistem dahilinde gerçekleşen bu arama-kurtarma, yardımlaşma çalışmaları kitlelerin içini biraz olsun rahatlatırken, arka planda sistemin hasar görmüş üretim ilişkilerini hızlıca yeniden örgütlediği bir hareket planıdır. Hatta öyle ki bölgeye giden yardımlar çeşitli resmi ya da yarı resmi kurumlar arasında alım satım sürecinden geçer, kurumların ya da şirketlerin yardımları vergilerden düşürülür. Bu yüzden yardım gösterileri bir çeşit ahlaki arınma ve hedef şaşırtmacadır. Yapmak istedikleri kapitalist restorasyon için gereken meblağları yine onlar ortada çevirirler, üstelik bu sefer sadaka gibi olduğundan üstüne bir de azizlik payesine bürünürler.

Bu piyeste yaptıkları yaralarımızı saracağız, sorumluları bulacağız söylevleri, birkaç günah keçisi bulmak dışında, bu yüzden elbette imkansızdır. Zira kapitalistlerin kendi başlarını yakacaklarını düşünmek olsa olsa naifliktir. Öte yandan işçi sınıfı ve emekçi kesimler, ne yazık ki yaşanan her felaketin ardından, zincirlerinden başka her şeylerini sürekli kaybediyorlar. Zaten ortada dayanışmaya ve yaşatmaya dair ne varsa yine işçi sınıfının ve emekçilerin ellerinden doğuyor. Yardımlaşma adı altında uyguladıkları şey aynı zamanda bu dayanışmaya olan saldırıdır. Bunun panzehiri, yani bizi ve yaşam alanımızı kurtaracak olan şey, dayanışma ve örgütlenmedir. Yalnızlığa ve facialara mahkum değiliz. Bizi enkaz altında bırakan şey kapitalizmdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu