GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Münferit Değil Örgütlü Faşist Saldırı! ONLAR KATİL, BİZ DENİZ’İZ!

"Çökme ve katliam” rejimine karşı birleşik devrimci mücadeleyi örgütlemek ve yükseltmek, içinde bulunduğumuz bu koşullarda her zamankinden daha fazla anın devrimci görevi olarak ortaya çıkmaktadır. Faşist saldırılara karşı örgütlenmek ve birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmekten başka çıkış yolu bulunmamaktadır"

TC faşizminin tarihine biraz aşina olanlar, Türk hakim sınıflarının ve onların devlet örgütlenmesinin işleyişinden bir nebze haberi olanlar, HDP İzmir İl Başkanlığı’na yönelik faşist saldırının sorumlularını ve nedenini görür.

Elbette tarih tekerrür etmemektedir. Ancak TC’nin üzerinde yükseldiği zeminin farkında olanlar, “çökme ve katletme rejimi”nin işleyişini bilenler gerçekleştirilen bu faşist saldırının arkasındaki örgütlü devlet gerçeğini rahatlıkla görür.

AKP-MHP faşist iktidarının içinde bulunduğu kriz, kontrgerilla klikleri arasında yaşanan dalaş beraberinde halka karşı saldırıya dönüşür ve dönüşmektedir. Son olarak bir kontrgerilla aparatı olan ve tasfiye edilen Sedat Peker’in ifşa ve itiraflarıyla ortaya saçılan yolsuzluklar, doğrudan devlet gücüyle başta uyuşturucu ticareti olmak üzere gerçekleştirildiği açığa çıkan kriminal suçlar AKP-MHP faşist iktidarını zorlamaktadır.

Pandeminin daha da derinleştirdiği ekonomik kriz, halkın alım gücünü düşürmüş; açlık, yoksulluk ve işsizlik daha da artmış durumdadır. Faşist iktidarın kitle desteği çözülme eğilimi içindedir. Sokakta mikrofon uzatılan insanlar iktidara öfke duymakta ve tepki göstermektedir.

Bu durumda sistem krizini aşmak için en iyi bildiği şeyi yapmakta, faşist katillerini devreye sokmaktadır. İzmir’de yaşanan örgütlü faşist saldırı, bunun sonucudur. Ortada bir provokasyon yoktur. Faşizmin normali budur.

Yüzyıla yaklaşan faşizm tarihinin bize döne döne öğrettiği gerçeklik buna işaret etmektedir. Bu devlet daha kurulmadan örneğin Mustafa Suphi ve yoldaşlarını bir komployla katletmiştir. Maria Suphi’ye aşağılık işkenceler yapmıştır. Ermeni, Rum ve Süryani Soykırımı üzerinden yükselen; mal, mülk ve servetlerine “çökme” pratiği üzerinden örgütlenen bir devlet örgütü ve kurulu düzen gerçeğiyle karşı karşıyız.

Süreç içinde faşizm “çökme ve katletme” pratiğinde ustalaşmış, başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistlerden aldığı destekle kontrgerillayı örgütlemiştir. Kontrgerilla esas olarak halka, ilerici, devrimci ve komünist harekete, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı örgütlenmiş olsa da, hakim sınıfların kendi aralarındaki dalaşta da kullanılmıştır. Kısacası TC, “yasal” ve yasadışı her türlü örgütlenmesiyle halka ve muhaliflere karşı örgütlenmiş bir suç örgütüdür.

 

AKP’nin Kontrgerilla Örgütlenmesi: SADAT

Gelinen aşamada AKP’nin Suriye savaşıyla birlikte, kendine bağlı bir kontrgerilla örgütü kurduğu biliniyor. SADAT aracılılığıyla yönlendirilen bu karşı devrimci örgütlenme, Suriye savaşında kendi militanlarını eğitmiş ve donatmıştır. Faşizm son yıllarda kendisiyle ilişkili cihatçı ve faşist paramiliter grupları dış siyasetinin bir aparatı olarak çatışma bölgelerine ihraç etmiştir. Bu faşist güçlere silah kullanma tecrübesi kazandırılmıştır.

Bu kontrgerilla örgütlenmesi Saray’a bağlıdır ve AKP’nin siyasal İslamcı çizgisiyle uyumludur. Doğrudan R.T.Erdoğan’a bağlı, MİT ve Süleyman Soylu aracılığıyla İçişleri Bakanlığı’nda örgütlenen ve yönlendirilen bu yapılanma, IŞİD ve milliyetçi-mafya grupları, Sivil Toplum Hareketi (STH), İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) gibi örgütlenmeler üzerinden içeride JÖH-PÖH, dışarıda “Osmanen Germania” gibi çete gruplarıyla desteklenmektedir. Bütün bu kontrgerilla faaliyeti başta uyuşturucu ticareti olmak üzere kriminal ticaretle finanse edilmektedir.

HDP İzmir il binasına silahlı baskın düzenleyen faşist katil, bu kontrgerilla örgütlenmesinin tetikçisidir. 24 saat polis gözetimi altında olan bir il binasına önce keşif sonra da saldırı düzenlemek ancak polisin “yol vermesiyle” gerçekleşebilir.

Nitekim polis saldırıya müdahale etmemiş, faşist saldırganı pamuklara sararak, “abi” şefkatiyle gözaltına almıştır. Bir twit atan muhalifi dahi günlerce gözaltında tutan devlet, bir gün içerisinde katili tutuklamıştır. Deniz Poyraz’ı katleden Onur Gencer adlı unsur, Suriye Minbiç’te IŞİD ve uzantıları cihatçılar safında, devletin bilgisi ve denetiminde savaşmış faşist bir katildir. Saldırı ve katliamın sorumlusu doğrudan R.T.E. ve Süleyman Soylu’dur. Bu saldırı, kana susamış bir faşistin saldırısı değil iktidarın yeni kontrgerilla aygıtının bir eylemidir.

Bu kontrgerilla örgütünün 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında aktif olarak rol oynadığı bilinmektedir. Bu seçimler, HDP’nin barajı aşması ve AKP’nin tek başına hükümet kurma olanağını kaybetmesine neden olmuştur. R.T.Erdoğan seçim sonuçlarını kabul etmemiş, kontrgerilla örgütlenmesi devreye sokulmuştur. Yeni seçimlerin gerçekleştirildiği 1 Kasım 2015 tarihine kadar 146 gün içinde yüzlerce insan katledilmiştir. Sadece Suruç ve Ankara’da faillerinin IŞİD olduğu iddia edilen, ancak gerçekte faşizmin kontrgerilla örgütünün eylemi olduğu açık olan Suruç ve Ankara Gar Katliamında 136 kişi katledilmiştir.

Dolayısıyla R.T.Erdoğan’ın 9 Haziran Çarşamba günü partisinin grup toplantısında ifade ettiği şu sözler son derece anlamlıdır: “Türkiye 2013’teki Gezi olaylarıyla başlayan karanlık senaryonun ikinci veçhilesiyle 7 Haziran’da karşılaşmıştır. Eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor.”

R.T.Erdoğan’ın bu ifadeleriyle kendi kitlesine “7 Haziran’ı unutmayın” diyerek itiraf ettiği gerçeklik, iktidarlarını ve rant kaynaklarını kaybetme korkusunun ifadesi olarak görülmelidir. Bu korku, sistem sahiplerine her türlü yol ve yöntemi kullanarak iktidarda kalmayı dayatmaktadır. Bu korku nedeniyle kontrgerilla örgütlenmeleri sahaya salınmakta, katliamlar gerçekleştirilmekte, halkta “korku ve panik havası” yaratılmak istenmektedir.

Nitekim R.T.Erdoğan, HDP’ye yönelik faşist saldırıya ilişkin günler sonra yaptığı açıklamada: “İzmir’deki provokatif saldırıyı en şiddetli şekilde kınadık, kınıyoruz, benzerlerini de kınayacağız” demektedir. (19 Haziran) Bu saldırının provokatif bir saldırı değil bilinçli, planlı, örgütlü bir faşist saldırı olduğunu ifade etmiştik. Açıklamadaki “benzerlerini de kınayacağız” ifadesi ise son derece önemlidir. Önümüzdeki süreçte yeni faşist saldırıların örgütlendiğinin işaretidir.

Öte yandan sistem içinde belli çelişkilerin olduğunu da kaydetmek gerekir. İzmir’deki faşist saldırı sonrası iktidar ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli faşist katilin bozkurt işareti yapması nedeniyle MHP’li olarak yansıtılmasına tepki göstermiştir. Yine bir başka faşist Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, saldırı sonrası 17 Haziran’daki twitter mesajında “Hukuk devletine ve devlet geleneğimize aykırı, hoşgörü kültürümüze uzak olan bu şiddet iklimine ve yapılan provokasyonlara asla geçit vermeyelim” ifadelerini kullanmaktadır. Bu “deneyimli” faşistin yaşanan saldırı sonrasında “devlete” ve “hukuk(suzluğ)a” vurgu yapması son derece ilginçtir.

Bu durum iktidar içinde klikler arasında dalaş ve kapışmanın son hızıyla sürdüğü, diğer kliklerin Sedat Peker’in ifşa ve itiraflarıyla iyice deşifre olan S. Soylu ve R.T.E kliğine karşı özellikle İzmir saldırısı sonrasında belli bir mesafe koymaya çalıştıklarına da işaret etmektedir.

Ancak her ne olursa olsun rejimin sahipleri birbirleriyle çıkar dalaşı içinde olsalar da halka karşı saldırıda ortaklaşmaktadırlar. Bugün HDP’nin “şeytanlaştırılması”ndan ve “siyasi şiddet”den bahseden düzen partileri daha dün HDP ile aralarına mesafe koymaya çalışmaktaydılar. HDP ile yanyana gelmekten özellikle kaçınıyorlardı. Bu anlamıyla İzmir’deki faşist saldırı sadece AKP-MHP kliğinin örgütlediği “siyasi linç” nedeniyle gerçekleşmemiştir. Aynı zamanda düzen içi burjuva muhalefet partilerinin de katkısı ve desteği vardır. R.T.Erdoğan’ın veciz sözleriyle ifade edecek olursak; “Ulan hepiniz oradaydınız be!

 

Emperyalist Çıkarlara Asker Yazılma

R.T.Erdoğan büyük umutlar bağladığı NATO Zirvesi’nden eli boş dönmüştür. J. Biden’le görüşme, iktidarın içerde yaşadığı sıkışmaya çare olmamış, aksine bizzat R.T.Erdoğan’ın gafları nedeniyle (fotoğraf ve Ermeni Soykırımı’na görüşmede gündeme getireceğini ifade edip, sonrasında ise “Hamd olsun hiç gündeme gelmedi” demesi gibi) faşizmin krizi kaldığı yerden devam etmiştir.

TC’nin NATO Zirvesi’nden payına düşen, AB-ABD Zirvesi sonrasında yapılan ortak açıklamada vurgulanmaktadır: “Farklılıkların iyi niyetli diyalog ve uluslararası hukuk uyarınca çözülmesi gereken Doğu Akdeniz’de gerginliğin sürdürülebilir şekilde düşürülmesi için el ele çalışmaya kararlıyız. Demokratik bir Türkiye ile işbirliği ve karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki hedefliyoruz.” (15 Haziran)

ABD ve AB emperyalistleri, TC’nin ne kadar “demokratik” bir ülke olduğunu bilmiyor değiller. Onlar açısından önemli olan “karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki”dir ve istediklerini almışlardır. R.T.Erdoğan özelikle Doğu Akdeniz’de geri adım atacaktır. Bunun karşılığında ise içerde deyim yerindeyse “eli serbest bırakılmıştır”.

TC, NATO Zirvesi’nde kendini emperyalistlere pazarlamaktan da geri durmamıştır. ABD emperyalizmi Afganistan’dan kademeli olarak çekilirken geride sahada istihbarat ve diplomasi unsurlarına bekçi olarak göreve TC talip olmuştur. TC bir kez daha ABD emperyalizminin çıkarlarına asker olmaya tabi olmuştur. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın “Başkan Biden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kararlı Destek Misyonu sona erdikten sonra havalimanının güvenliğini sağlamak için olası bir Türk misyonu hakkında ayrıntılı biçimde konuştu. Bunun hayata geçirilmesi için birlikte çalışma kararı aldılar” …Cumhurbaşkanı Erdoğan da bundan memnuniyetini ifade etti ve iki lider, ekiplerine nihai ayrıntılar üzerinde çalışmaları talimatını verdi” açıklamaları buna işaret etmektedir. (17 Haziran)

 

HDP Sahiplenilmeli, Birleşik Mücadele Yükseltilmelidir!

Diğer yandan da faşizmin yönetememe krizinin derinleştiği koşullarda Türk hakim sınıf sözcüleri rahatsızlıklarını dile getirmektedir. TÜSAİD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, “Hepimizi son zamanlarda en çok düşündüren ve kaygılandıran konu ise hukuk devleti anlayışı ile hiçbir şekilde bağdaşmayacak, karmaşık, karanlık ilişkiler ağının mevcudiyetine ilişkin iddialar” demektedir.(17 Haziran)

Yanlış anlaşılmasın! Türk hakim sınıf sözcülerini “düşündüren ve kaygılandıran konu” 310 madencinin katledildiği Soma Katliamı Davası’ndan ya da yıllar sonra açıklanan Berkin Elvan cinayetine ilişkin cezasızlık değildir. Bu kararlar TC’nin hukuk anlayışına uygundur! Sorun olan S. Peker’in ifşa ve itirafları sonucunda kurulu düzenin nasıl işlediğine dair gerçeğin çok az bir kısmının açığa çıkması ve sorgulanır olmasıdır.

Yoksa Türk hakim sınıfları, kurulu düzenden son derece memnundurlar. Onların itirazı “çökme ve katletme” rejiminin ortaya saçılan kirli ilişkilerinin -ki açığa çıkanlar gerçeğin çok azıdır- tartışılır olmasıdır. Rahatsızlıkları bunadır. Yoksa Türk hakim sınıflarının başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye halkına, işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ’+’lara, Alevilere, doğaya ve çevreye yönelik saldırılara bir itirazı yoktur.

Dolayısıyla HDP başta olmak üzere ilerici ve devrimci harekete yönelik bu türden faşist saldırılar ne ilk ne de sondur. Ancak İzmir saldırısı, “çökme rejimi”nin içinde bulunduğu durum açısından değerlendirildiğinde kritik bir önem taşımaktadır. Faşist saldırı, Kürde ve onun ulusal özgürlük mücadelesine ve HDP’ye yönelik olarak görülse de gerçekte Türkiye halkının geleceğine yöneliktir. Ancak bunu ifade etmek, faşizmin doğrudan HDP’yi hedeflediği gerçeğini karartmamalıdır. HDP, doğrudan faşizmin hedefindedir. Kapatma davası yürürlüktedir. Yine Kobanê Davası adı altında HDP’li siyasetçiler yargılanmaktadır. İzmir saldırısından bir gün önce Ankara’da Kobanê Davasında örgütlenen faşist provokasyona ortadadır. Kontrgerilla tarafından örgütlendiği açık olan bu eylemden hemen sonra İzmir’deki faşist saldırı gerçekleşmiştir.

Bu türden faşist saldırıların sürmesi ihtimal dahilindedir. Faşizmin krizi sürdükçe başta Kürt hareketi olmak üzere, sistemi zorlayan her türden muhalif hareket ve odağa yönelik kontrgerilla aracılığıyla faşist saldırılar gerçekleştirilecektir. Faşizm krizini halka karşı faşist saldırılarla aşmak isteyecektir. Bu gerçeklik tarihsel tecrübeyle sabittir.

İzmir’deki faşist saldırı sonrasında katledilen Deniz Poyraz’ın annesi Fehime Poyraz’ın; “Deniz için ağlamayın, Deniz için üzülmeyin, Deniz için mücadele edin” sözleri talimat olarak algılanmalıdır. “Çökme ve katliam” rejimine karşı birleşik devrimci mücadeleyi örgütlemek ve yükseltmek, içinde bulunduğumuz bu koşullarda her zamankinden daha fazla anın devrimci görevi olarak ortaya çıkmaktadır.

Faşist saldırılara karşı örgütlenmek ve birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmekten başka çıkış yolu bulunmamaktadır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu