EmekGüncel

SÖYLEŞİ | ‘Kılıçdaroğlu, Seyit Torun ve Veli Ağbaba’ya Grevi Bitirmek İçin Talimat Verdi’

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın son zamanlarda İstanbul’un birçok belediyesinde aldığı grev kararları çokça tartışıldı. Biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak, Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube Yöneticisi Ali Ekber Erarslan ile grev süreçlerini ve sendikanın tavrını konuştuk.

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın son zamanlarda İstanbul’un birçok belediyesinde aldığı grev kararları çokça tartışıldı. Toplu İş Sözleşmesi (TİS)’nin tıkanmasının ardından önce Kadıköy’de daha sonra Kartal, Ataşehir, Beşiktaş ve Maltepe Belediyeleri’nde grev kararları alındı. Kadıköy ve Maltepe’de ise başlayan grevler, işçilerin iradesinin dışında Genel-İş Sendikası’nın patronla yaptığı anlaşmalarla sona ‘erdirildi’.

Biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak, Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube Yöneticisi Ali Ekber Erarslan ile grev süreçlerini ve sendikanın tavrını konuştuk.

Erarslan, kendilerine bağlı Kadıköy Belediyesi’ndeki sürecin başından beri içinde olan bir isim. Kendisine ilk olarak TİS sürecini ve greve gelinen aşamayı sorduk. Erarslan şunları söyledi:

“Kartal, Kadıköy, Ataşehir TİS sürecini biz Mart ayında başlatmıştık ancak süreç pandemiden dolayı Mart ayında donduruldu. Normalde 2020’nin Temmuz ayında sözleşmeye oturmamız gerekiyordu ancak Ağustosta geldi süreç. Biz o tarihten itibaren görüşmelere başladık. Kadıköy’de görüşme taslağı oluştururken de değişik bir şey yaptık. O da şuydu; Biz işçinin taslağını, kendi gerçekliğinde oluşturmasını istedik. Bunu oluştururken de Taslak Komitesi oluşturduk. 6 arkadaşımızı Kartal, Kadıköy, Ataşehir Belediyelerinden temsilci olarak görevlendirdik ve taslağımızı oluşturduk.

Yalnız bu taslak işverenin hiç hoşuna gitmedi. Biliyorsunuz Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası (SODEMSEN) CHP tarafından. Bunların amacı Hak-İş’teki Hizmet-İş gibi standart sözleşmeler yapmaktı. Maalesef ki CHP belediyelerinde de şube başkanları genel merkez ile birlikte ‘SODEMSEN otursun sözleşmeyi yapsınlar buna gerek yok’ dediler ama biz beş şube başkanı da taşerondan gelen şube başkanları olarak tabana hakimdik, bir çalışma yaptık maalesef bizim taslağımız oturumlara başlamadan hedef haline geldi.

Maaşları yüksek istediğimiz söylendi ancak biz Türkiye’deki ekonomik şartları, enflasyonu öngörerek, bütün hak kayıplarının giderilmesini istedik ama bizi hedef haline getirdiler. Biz dedik ki, sözleşmeyi şu şartlarda gidip yürüteceğiz. Biz karar alıp işçileri bunu kabul ediyoruz demeyeceğiz, işçiye götüreceğiz. İşçi 1 TL’yi de kabul ederse başımızın üstünde yeri var ama işçilerin kabul etmediği noktada imza atmayız, bunu işverene açık açık söyledik.

Zaman zaman masadan kalkıp gittiler, tepkileri oldu ama sürecin Ağustos’tan Ocak’a kadar artık grev kararı ya da son 60 güne girme aşamasında bazı şeyler netleşmeye başladı. Son grev kararını astığımız noktaya kadar da taslakta oluşturduğumuz 81 maddenin 70 ini geçirdik.

70 maddede de ciddi anlamda işçinin gurur duyacağı modelleri geçirmiştik, son aşamada da 11 maddelik parasal ve idari madde kalmıştı. Ama işveren sağda solda şu reklamı yaptı: İşte çok yüksek ücret istiyorlar, ben bunu verirsem batarım. Bu süreçte yine Anadolu yakasındaki bütün belediye başkanları, yardımcılarını toplayarak hem bizi hedef haline getirmek hem de birlikte hareket için ortaklaşmaya gittiler.

‘İşte bunlara biz vermeyeceğiz, siz de vermeyin’ gibi çalışmalar yaptılar.

Erarslan, belediye başkanlarının yürüttüğü kara propaganda ve sürece karşı net olduklarını ifade etti. Grev kararının da yine hep birlikte alındığını vurgulayarak şunları söyledi:

“Grev kararımızı astık, orada o günlerde bir anlaşma olmadı greve çıktık ama greve çıkacağımıza kimse inanmıyordu. Hatta çoğu birimlerin greve katılacağını da inanmıyorlardı. İş-Kur’un belirlediği sayı ve 1-2 tane sağlıkçı çalışanlar dışında işçinin tamamı ve birimlerin tamamı katıldı greve. Birinci günden sonra patlar dedikleri grevi çok iyi bir enerjiyle yürüttük. Maalesef büyükşehirden grev kırıcılarla İBB’nin tavrıyla karşı karşıya geldik, bunu da püskürttük.

Elimizden geldiği kadarınca alanlarda ve sokaklarda olmaya devam ettik. İşçiyi çağırdık geldiler, işçinin enerjisi çok iyiydi. Bunun üzerine Genel İş’in genel merkezi birinci günde ‘grevinizi selamlıyoruz’ dedi. İkinci günde bizim basın açıklamamız da müzakereler sürüyor desek de müzakere yoktu açıkçası.

Genel merkez bizim adımıza sürdürüyordu. Genel merkez basın açıklamasına geldiğinde gördü ki bu iş 15 günde sürebilir hatta bir ayda sürebilir. Bu enerjiyi gördüler, son gece özellikle şube yönetimini şubeye çağırarak kendileri açıklama yaparak işverenin son teklifini söylediler. Yalnız biz 11 maddede belli bir noktaya kadar getirmiştik rakamları, işveren, genel merkezi, genel başkanı bir otele çağırıp otelde şube yöneticilerine sizin istediğiniz nedir deyince biz dedik ki, 11 maddenin içerisindeki bazı şeyler parasal değil. 300 TL eksik 300 TL fazla, işçiyi şu an kalkındırmaz yoksul da etmez, işçi zaten yoksul.

Ancak 40 saatin düzenlenmesi, sosyal paketin ve kıdemin, işçinin işe girişinden itibaren verilmesi ve bunlarla alakalı bazı hassasiyetlerimiz vardı. Geriye dönük hakların birinci ay içinde verilmesi gibi noktaları Genel-İş’in Genel Başkanı’na sunduk. Bize şunu açıkladılar; ‘20 gün olan ikramiyeyi 30 gün yapmışlar.

Seyyanen verilen ücreti 3100 dedikleri taban ücretten almışlar Sosyal hizmet ücretine vermişler.’ Onun dışında herhangi bir artış olmamıştı biz bunun altına imza atmayacağımızı ve işçilerin kabul etmeyeceğini, etmediği sürece imza atamayacağımızı söyledik. Onlar da yüzümüze karşı şunu söylediler; Kılıçdaroğlu’nun, Seyit Torun ve Veli Ağbaba’ya talimat verdiğini, ‘bu Genel-İş biz iktidara yürürken bize karşı grevler yapıyor, bunlar kimdir nedir bir araştırın ya da bu sendikayla çalışmayın o bölgede’ deyip çalışma yaptıklarını, Genel Merkez’deki yöneticilerin de; Biz 115.000 üyenin genel merkeziyiz bu riski göze alamayız diyerek gerekirse yetkileri kullanıp imza atabileceklerini söylediler. Biz bunu kabul etmeyeceğimizi söyledik ve yarın gelip temsilci ve işçilerle toplantı yaparsınız dedik.

Ertesi sabahta çağrımızı yaparak yetkinin elimizden alınması ile istifa edeceğimizi söyledik, bizi şubeye seçen Kartal, Kadıköy, Ataşehir temsilcilerinin tamamını çağırıp bu durumu açıkladık.

Genel merkeze de çağrı yapıp ‘gelin temsilci ve işçilere açıklayın’ dedik. İşçilerin öfkesini bir yerlerden duymuş olacaklar ki korkularından gelmediler de ‘imza atacağız’ dediler. Ama imza atıp atmadıklarını bilmiyorduk açıkçası. Biz hala alanlarda Büyükşehirle mücadele ediyorduk, işçinin orada enerjisini dengelemeye çalışıyorduk.

Kendimiz dört gün boyunca eve gitmemiştik, dolayısıyla işi anlatmak bize düştü. Dedik, arkadaşlar böyle bir durum var genel merkez geleceğini söyledi ama bizim irademizle kimse imza atamaz desek de, sonra telefonumuz çaldı ve başkan aradı imza atıldı dedi. Yasal olarak imza atıldıktan sonra görev süresi bitiyor.

Daha sonra emniyetin yasal olmayan fiili durumlara müdahale etmesi gerektiğini de baz alarak temsilci kurullarıyla tekrar toplantı yaptık.

Biz de, polisle işçiyi karşı karşıya getirmemek için alınan karara uymak zorunda kaldık. Ama işçi sınıfı kendine yapılan iyiliği de ihaneti de unutmaz, her şey açık açık ortada.

Bazıları şubelere işbirlikçi mi acaba dese de bu noktada bugün örneğini gördük ki Genel Merkez maalesef imza atmış bulundu. Sendika merkezi, Maltepe grevinde de altı gün sonra CHP’nin kontrolüne geçmişti.

Erarslan son olarak Maltepe grevine dair şunları söyledi:

Genel-İş’in üye sayısı 115.000 ama örgütlü üye sayısı maalesef 10.000. Bunun 6 bin beş yüzü biz de, bin beş yüzü 2 No’luda, belki İzmir’de de birkaç yüz. Biz örgütlü dediğimiz şeyin ilk defa altını doldurduk grev komitelerimizle.

2 No’lu Şube’de bizim kadar dürüst yürütmeye çalıştı olayı. Yalnız şöyle bir gerçek var; yani daha önce Genel-İş’in CHP’li belediyelerde Genel-İş daha önce Türk-İş’e bağlı Belediye-İş’te örgütlüydü. Ama onlar da bizim edildiğimiz gibi tehdit edince Genel-İş’e geçtiler. Şu anda bizi de tam tersine Belediye-İş ile tehdit ediyorlar, biz gerekirse diğer sendika ile çalışırız gibi bir tehdit içindeler.

Altı gün boyunca belediyelerin kendine özgü durumları yaşandı ama bu belediyeler hiçbir zaman işçilere maaş verdiğinden kaynaklı bu durumlara gelmediler.

Taşeron döneminde şirket açıp batırdılar. Bu suç, işçinin suçu değildir tamamen kendi yanlış insanların suçudur. İşçiyi altı gün sonra en sonunda yine işçinin iradesine genel merkez eliyle ipotek koyması artık sınıf sendikacılığı dışında resmen sermayenin işine gelmiştir.

Genel merkezin artık sermayenin tavanıyla içli dışı olduğunun göstergesi olan bu ilişki artık işçiyi yıpratmıştır, sendikaya güven kalmamıştır. Yani bunlar kötü örnek teşkil ediyor açıkçası ama bizim de mücadele etmekten başka şansımızın olmadığını da gösteriyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu