GüncelMakaleler

AKP ya da eğik düzlemde yüz metre koşusu!

Sorunun özü, emperyalist-kapitalist sistemin krizlerden çıkamadığı bir süreçte, sözde siyasi bağımsızlıkları olan ve bütün bir coğrafyası yine bu emperyalistlerce yangın yerine çevrilmiş bir pozisyonda bulunan bir “yönetimin” arpalıkları için kükremesidir. Ve bütün bunları yaparken zımni onay ve belirli bir icazetle emperyalist kuralsızlığı kullanmasıdır.

Diplomatik ataklarla dış politikada posta koyan, boyun eğmeyen, tavizsiz AKP, aynı zamanda yalpalama ve kurnazlıklarla icazet aldığı kesimlerden yeni ve kısmi ayrıcalıklar dilenmekte; böylece iktidarını kalıcılaştırmaya çalışmaktadır.

Ve işin tuhaf yanı bunu bir “misyoner” öykünmeci olarak; Cumhuriyetin kuruluş ve sonraki yıllarının bir “taklitçisi” olarak gerçekleştirmektedir. Büyük bir politik hasamet, aldatılmış yığınlar ve kutsanmış bir güç-kudret karşımızda durmaktadır. Emperyalistlerin yerel işbirlikçileri üzerinden yaratılan MİT krizleri, Suriye savaşı üzerinden TIR’lar davası, olmayınca 17-25 operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi, sonrasında Zarrab’ın ABD’ye transferi vb. vb. irili ufaklı bir dizi hamleyle karşılıklı çatışmaya dönmüş, bütün bunlardan bunalan ve bir çıkış arayan AKP ve Erdoğan çareyi uzun bir süredir sergilediği koyu gericilik ve “milliyetçilik” dalgasıyla bertaraf etmeye çalışmaktadır.

Yoğun bir baskı ve kuşatmayla ablukaya alınan AKP ve Erdoğan, zorunlu olarak kendisini sürekli ABD ve Batılı emperyalistlerin hedefinde bir iktidar olarak algılamış, bu sebeple de zorunlu “kutuplaştırma”lar yaratmıştır. Bu bir kitle desteği ihtiyacına, öte yandan bir bütün kendinden olmayanları ezmeye ve boğmaya yol açmıştır.

Emperyalistlerin kılcal damarlara uzanan sirayeti, onu ulusun dirliği ve birliğini şekillendiren “kahramanlık” salvolarına hapsetmiştir. Dahası emperyalistler arası çatışkı ve çelişkilerden bir sarraf dehasının yarattığı kurnazlıkla bir o yana bir bu yana yalpalamakta bir beis görmeyerek bunu “bağımsızlığımızın” ve “milli çıkarlarımızın” bir gereği addetmiştir.

Ancak tüm bu efelenmelerin, dik duruşların bedeli, tüm zamanların köklü devlet birikimlerinin ayaklar altına alınmasıyla, “değerlerin” satılmasıyla (mesela fındığın artık bize ait bir değer olmaması, bir ticari meta olması gibi) yeni icazet dayatmalarıyla sonlanmaktadır.

Dolayısıyla AKP’nin “başkaldırıları”, posta koymaları, eğik düzlemde bir yüz metre koşusu, bir sivri sinek vızıltısıdır.

İsrail’e “one minute”ler (bir dakika!), Suriye’ye Emevi camiinde niyazlar, Aile Bakanı üzerinden Hollanda’ya yüklenmeler, Almanya’ya Nazi hatırlatmaları, Rus uçağı düşürmeler vb. -hepsi ama hepsi diplomatik kayıpların (ki bu arada bir Başbakanın kellesinin gittiğini de anımsayalım, tıpkı Osmanlı’da bir başarısızlık sonucunda ya sadrazamın ya da en yakınlarının kellesinin gitmesi gibi), siyasette zayıflığın turnusolüdür ki, bunu örneğin Efrin kantonuna yönelik işgal hareketi öncesinde ABD’yi bilgilendirmelerle, Rusya’dan icazetle (ricayla) Fransa üzerinden Avrupalı emperyalistlerle oynaşmalarda gözlemleyebiliriz.

Ancak dünya siyasetine yön veren emperyalist güçler bunları sadece tekel üstünlükleriyle, silahlı güçleriyle vb. gerçekleştirmiyorlar. Aynı zamanda “bağlayıcı kurallarla”, “deneyim” ve “yönetme becerileriyle” biçimlendiriyorlar.

Ama bunları öngörmeden “Kasımpaşa kabadayılıkları” yerelde minarelerden selalar eşliğinde “ikili anlaşmalara” zikzaklar çizmeyi politika zannediyor.

 

Katliam, baskı, yasak, yalan…

Dolayısıyla bugünün Türkiye’sinin, Erdoğan’ın kaderiyle aynılaştırılması, yalnızca bir ülkenin geleceğinin karikatürleştirilmesidir-hepsi bu!

Sorun böyle ortaya konulunca tarihin tekerrüründen olan her despotik, faşist liderin kaçınılmaz biçimde içine düştüğü açmaz kendini bir kez daha “kanıtlama” ve yaranma icazetiyle ele verir. Otoriterleşen her yönetim, yerelinde koyu bir baskı ve gericiliği egemen kılarken, bölgesel olarak savaş çığırtkanlığına ve genelde ise politik-iktisadi zayıflığının bir sonucu olarak şu veya bu emperyalist gücün yörüngesine girmeye heveskârı olur.

Ki bu, bugün daha gözle görünür bir haldedir. Erdoğan ve AKP gericiliği (şimdilerde faşist bir başka gücü de yedekleyerek) yerelde muhaliflerini baskı aygıtının bütün olanakları ve yöntemleri ile ezmeye ve sindirmeye, susturmaya çalışarak,  iktidarına bir “beka” vaadederken, bölgede “İslamik” katkıyla savaş çığırtkanlığını fiili işgallerle süslemektedir.

Ama bütün bunlar nesillerin bugününün çalınmasıyla, bütün birikimlerinin bir “kumarbaz” cüretiyle tüketilmesiyle at başı gitmektedir.

Yerleşik demokratik kurallar faşizan diktatörlüklerle özdeş değildir. Uşakların “demokratizmi” sadece ve sadece faşizan bir diktatörlüktür. Kirli bir çarşaf olan parlamentonun işlevsizleştirilmesiyle,  anayasanın ayaklar altına alınmasıyla, kurumların bozulmasıyla;  siyasi parti yöneticilerinin alınmasıyla, milletvekillerinin tutuklanmasıyla;  yerel yöneticilerin hapse atılmasıyla, demokratik kurumlara yoğun saldırılarla bu gerçek ortaya çıkmıştır.

İfade ve örgütlenmeye karşı fütursuz ve öfkeli yasaklarla, katliamlarla, yakıp yıkmayla; yani ülkenin OHAL’le, kararnamelerle ya da açıktan emirlerle yönetilmesi, işte bütün bunlar faşizmin hallerindendir.

Suç oranlarının çığ gibi büyümesi, genel bir ahlak bozukluğu, yasadışılıkta artış, doğa katliamları, ekonomideki bozulmayla birleşince sosyal alanda yığınlar, öfkeli bir tepkiye ve toplumsal çürümeye teslim olur. Silahlanmaya verilen ağırlık ve toplumun uyuşturulması uçurumlara doğru sürüklenişin yapı taşlarını oluşturur.

Böylece yönetici bir azınlığın (hatta bir bireyin) bugünü ve yarını perçinlemeye çalışılırken öte yandan toplumsal-siyasal akımlar susturulmaya çalışılmakta, tutsaklaştırılan yığınlarla bir “kar oranı” güncellenmektedir.

Savaş naralarının yarattığı toz duman arasında her şey yitikleşmekte, koyu bir milliyetçilik “Ya Allah Bismillah” nidalarıyla güçlendirilmekte, böylece saflar sıkılaştırılmaktadır.

Öte yandan kısmen de olsa savaş ganimetleri aracılığıyla (hem iç hem de dışta) efendilerden bir takım ayrıcalıklar, imtiyazlar beklenilmekte, böylece kapı kulluğuna ileri karakollar üzerinden “kravatlı sakallı” bir biçimde devam edilmek istenmektedir.

Sorunun özü, emperyalist-kapitalist sistemin krizlerden çıkamadığı bir süreçte, sözde siyasi bağımsızlıkları olan ve bütün bir coğrafyası yine bu emperyalistlerce yangın yerine çevrilmiş bir pozisyonda bulunan bir “yönetimin” arpalıkları için kükremesidir.

Ve bütün bunları yaparken zımni onay ve belirli bir icazetle emperyalist kuralsızlığı kullanmasıdır.

Yerelde KHK’lar ve OHAL’le estirilen “faşist terör”, aldatılan yığınların milliyetçi-dinsel intifadası ve desteğinde, gerçekte tüm toplumsal kesimlerin tehdit-şantaj-baskı-gözdağı, süreğen operasyon ve tutuklama sindirme ve teslim alma biçimde tezahür etmektedir.

“Çalışıyorsunuz ya, daha ne istiyorsunuz?”

Aslında bu burjuva-feodal egemenlerin şu sıralar tek sıra halinde dizildikleri AKP çehresinde görüleceği gibi yönetmede sıkıntı yaşadıkları,  tüm çabalarına karşın toplumu sindiremedikleri, çünkü bunun sınıflar ve sınıflar mücadelesinin konumlanışına karşıt olduğu, üretici güçlerin gelişmesine tezat teşkil ettiği, sosyal biçimlenişin tarihsel ilerleyişiyle çeliştiği vb. gerçekliğiyle de örtüşmektedir.

AKP iktidarının (bir avuç işbirlikçi-bürokrat burjuva ve feodal atıklar hariç) sözcüsü Erdoğan bu yüzden bir köylüye “ananı da al git”; geçinemiyoruz diyen işçiye “çalışıyorsunuz ya, daha ne istiyorsunuz?” diyebiliyor ama aynı şahsiyet “itibarın hesabı yoktur da” diyebiliyor.

Bu itibar, burjuva-feodal itibar, “milli” itibar, bekaanın itibarıdır! Başkalarının koltuk değnekleriyle yaşamaya alışmış komprador burjuva ve büyük toprak ağalarının her yeni şeye iştahla saldırması gibi bu “itibar” meselesi de iktisadi bir kavrama indirgenerek değersizleştirilmiştir.

Saldırgan ve imhacı Türk egemenlerinin bu “akıncı” ruhu, devlet katında sopa ile toplumun ehlileştirilmesini, terbiye edilmesini de beraberinde getirmektedir. AKP iktidarı bekasını korumak için binmeyeceği eşek, sarılmayacağı ip, tutunamayacağı yılan yoktur.

Politika en iğrenç biçimiyle uygulanmakta, basite indirgenmekte, bir karikatür hammaddesi olarak görülmektedir. Elinde tuttuğu iplerin gevşeyeceği korkusu AKP ve Erdoğan iktidarının uykularını kaçırmaktadır. Çünkü basit anlamda yerleşik burjuva kuralların geçerli olduğu ülkelerde burjuvalar arası diyalog birer “politik akım” olarak tezahür eder ve hem kendi aralarında hem de diğer sınıflarla ilişkilerinde mücadele bu “akımlar” üzerinden yürütülür.

Ama AKP gibi gerici-faşist iktidarlar bu kuralları tanımlayamadıkları gibi “akımların” gücünü örseler. Es geçer, kaba bir şiddetin daha şahane olduğunu öngörürler ki, bu tip iktidarların sonları hüsranla bitecek olan açmazları da burada gizlidir.

Çünkü yerleşik kuralların, yüz yıllık deneyim tecrübe ve politik hareketler sonucunda kazanılmış gerçekliği üzerinde politik akım sahibi burjuvalar bu nitelikleri sayesinde toplumsal sınıf ve tabakaları etkiler, değiştirir, dönüştürür, iktidarının “yedekleyicisi” pozisyonuna getirirler.

Ki bu kazanım toplumsal barışın burjuva tarzda değil “akımlar” öncülüğünde sürdürülmesi olanağını sağlarken AKP vb. iktidarlar elinde, şematik olarak inşa ve ifşa edilmektedir ki, bu bütün toplumsal sorunlarda bir karmaşaya yol açar.

Öte yandan AKP özelinde de tam bir çıkmaz içinde olan Türk büyük burjuvaları ve toprak ağaları gerçekten de günümüzde bir beka sorunu yaşamaktadırlar. Toplumsal-siyasal mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkan “demokratik kazanımlar” her yönden tarumar edilirken, koyu bir baskı rejimiyle tarihin çarkları geriye döndürülmeye çalışılmakta, toplumsal dinamiklere çelikleşmiş b bir histeriyle saldırılmaktadır.

Böylece bir ortaçağ despotizmine sürüklenilmektedir. Yalan ve riyakârlıkla bezenmiş AKP iktidarı bu çabalarının semeresi, trajedi sonrası komedi olacaktır, olmaktadır.

Dolayısıyla bütün azametine, baskı ve terörüne karşılık sindirilemeyen-susturulamayan yığınlar AKP’nin faşizmi en yalın biçimiyle uyguladığını da görmüştür.

“Geçmişi karanlık olanın bugünü de zulümdür!”

Yalan ve demagoji makinesi sürekli yağlanmakta, militarizm güçlenmekte, toplumsal kesimler birbirine karşı kışkırtılmakta, toplu katliamlar gerçekleştirilmekte, bu siyasetin dış ayağı olarak da ilhaklar ve işgallere başvurulmaktadır.

Bu özgüven tank, top, tüfek çekiciliğiyle önümüze indirilmiştir. Yani artık önemli olan ranzanın boyu değil boyun ranzaya uyarlanmasıdır. Dahası iktisadi bütün gelişmeler de bunu teyit etmektedir.

Devlet aygıtının yukarıdan aşağıya tezgâhlarla, komplolarla, “yasa” zoruyla ya da militer güçlerin doğrudan tehdidiyle ele geçirilme sürecinde AKP, kendini tahkim etmiş, devlet olanaklarının kendi mecrasına aktarılmasıyla (yağma ve talan demek daha doğru olur) “istikrarlılık” kazanarak sürecin başat, oyun kurucusu rolünü üstlenmiştir.

Ancak yaşananlar, onun aslında boşa kürek çektiğini çünkü ardında bir yıkım dünyası bıraktığını, toplumu bölüp parçaladığını, bu yüzden de “geleceksizliğini” ifade ettiğini göstermektedir. Devlet erkinin bu biçimde kendi ikballeri uğruna yad edilmesi ezen-ezilen çatışmasını da keskinleştirmiştir.

On yıllardır çoraklaştırılan topraklar üzerinde kimyasal deneyler yapan AKP’nin bilmediği şey, bu deneyin yapılamayacağı ve geçmişi karanlık olanın bugünü de zulüm olduğu ve olacağıdır.

Dahası emekçi yığınların “zorun” dayattığı olumsuzluklara tepki vermesi AKP argümanlarının (ki bu teoloji ile laikliğin gerici-faşist devlet gerçekliğinde iç içe geçirilmesidir, çünkü laiklik burjuva demokrasisinde ifade ve inanış hürriyetinin biçimsel tasarrufudur ama gerici bir devlet elinde bir teolojiden ibarettir) yerleşikliğini değil “geçiciliğini” göstermektedir.

Örneğin, ezilen, sömürülen geniş emekçi yığınlarının öfke patlamalarından olan Gezi İsyanı,  burjuva-feodal düzenin diğer bir oyun kurucusu CHP tarafından yedeklenmeye çalışılmış, “yasallık”, “anayasal bir yasallık” ya da “hukuku” olanlar açısından yasallık ile sınırlanmak istenmiştir.

Bu durum,  burjuva-feodal efendilerin devamlılığına hizmet eden bir politik malzemeye dönüştürülmüştür. AKP’nin buna tepkisi ise despotik militer bir baskılama olmuş, ürkmüş, korkmuş ve bunu devlet terörünü tırmandırarak önlemeye geçmiştir.

15 Temmuz darbe girişimindeki Allah’ın bir lütfu bunun tuzu biberi olmaktan öte bir anlam ifade etmez-edemez.

Emperyalizmin “yenidünya stratejilerinin” yeni deneylere yelken açtığı günümüzde, emperyalizmin krizinin yarattığı “karmaşıklığın” gediklerinden avantajlar sağlamaya çalışan egemen sınıflar ve bugünkü koçbaşı AKP kısa vadeli kazanımlarını (ki onlar da büyük süslemelerle bir “sonsuzluk” payesi biçilerek) vurguncu hovardalığıyla harcamakta, ancak bu kısa vadenin vadesiz çeklerini karşılayabilme kabiliyetini de kaybetmektedir.

Çünkü siyasi bağımlılıkla bitap düşürülmüş, Türkiye gibi yarı-sömürgeler aynı zamanda emperyalist devletlerin sağalttıkları, yani krizlerinin üstesinden gelmek için sağalttıkları ülkelerdir de.

Bu sebeple, bedelin biçimi ve çapı, günün şartlarına göre biçimlenecek ama bu daha fazla “hizmetli” olmayla sonlanacaktır.

Burada da AKP’nin önem verdiği hizmetlinin vasfı değil giydirilen elbisenin şeklidir.

Bir Partizan okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu